“Evren hakkındaki en korkunç şey biz insanlara kayıtsız olmasıdır” diye okumuştum bir yerde. Bu, hem kaygı verici hem de kendini çok özel bir yere koyup tüm diğer canlıları domestike eden, umarsız insan oğluna hak ettiği bir şamar.
Bu sabah gene erkenden uyandım. Saat sekizi bulduğu halde dışarıyı halen karanlık görünce endişelensem de değişik distopik fanteziler kurdum. Her gün sıradanlaşan şeyler arada rutini bozsa. Mesela; bu sabah güneş doğmasa ne olur? Diye düşündüm. Ne olacağı belli. Belli olmasına belli de bunun bile popülerleştirilip sosyal medya paylaşımlarında beğeni yarışına alet olacağını düşünmeden de edemedim. Umarım güneş her zamanki aynı yerinden doğmaya devam eder.
Her neyse, güzel bir akşam. Gün boyu yağmur yağdı. Yağmurun en çok yakıştığı yerlerden biri de Yalıhanı. Arkadaşlarla bu akşam burada buluşma kararı aldık. Ben biraz önceden geldim ve etrafı gözlüyorum. Yağmurlu havada pırıl pırıl parlayan şahane bir ıslak zemin var. Üstüne yapraklar dökülmüş. Solgun yapraklar gök yüzünde yüzüyor gibi. Sanki son yolculuklarına çımadan önce ilahi bir enstelasyonla (sanatsal düzenleme) ödüllendirilmişler. Burasının mor salkımlı halini de severim. Ama bu mevsimde mor çiçeklerinden eser kalmamış ağacın kuru dallarında asılı fenerler var. Yağmur, kuru ağaç ve sarı yapraklar hüzün kartpostalı gibi. Burası Osmanlıdan kalma bir külliyen bir bölümü. Yalı Camii ve Yalı hamamı bu yüzden hemen yakında. Şimdilerde burada oturan çoğu genç müşteriler bundan habersiz. Yüksek sesle umarsızca kahkaha atmak, marjinal takıntılarını doyasıya yaşamak, şımarmak ve dahası partner bulmak için gelenler çoğunlukta. Oturduğumuz yer, Hanı çevreleyen odaların tam ortası. Yani meydandayız. Biraz kulak kabartsak. Eskiden buralara bağlanmış atların nal seslerini duyabilecekmişiz; sarıklı Osmanlı beylerini görecekmişiz gibi...ergen bir kız diğer kıza abi deyip yüksek sesle konuşurken Yalı Camiinde akşam ezanı başladı. Buradaki küçük odalar bir ara atölye olarak kullanılırdı. Sanırım şimdi de öyle. Bir arkadaşım vardı Nurşen. Taşları oyup isimlikler, kolyeler yaparak harçlık kazanırdı. Arada ziyaretine gelirdim. Her oda pek hareketli, pek bir neşeliydi. Şimdi ise metruk. Ben burasının pasaj olmasını da severim. Arkadan geçip iskeleye yakın sokağa çıkarsınız. Kapalı halden bunalırsanız, bir kaç dakikalığına denizi görüp ferahlayıp gelebilirsiniz. Bir keresinde ben öğrenciyken, birlikte oturduğum kişilerden sıkılıp yavaştan arka kapıya yönelip oradan da evime gittiğimi hatırlıyorum. Hiç kimsenin nereye? Diye sormadığını da...Nereye gittiğimin sorulmadığı yere dönmeme hakkımda vardır değil mi ama. Bir arkadaşımı çok etkilemiş olmalı ki, bunu bana düne kadar hatırlatıp durdu.
Hava kararmaya başladı. Loş bir havası oldu hanın. Arkadaşlarım da bir bir dökülmeye başladılar. Bunları yazmam için zaman tanıdılar sanki. Hasan ustadan dalak alıp biralarımızı yudumlamaya başladık. Biz insanlar çok garip yaratıklarız. Bir şeyler eskisi gibi değilse özler; Olduğu gibiyse de naftalin kokuyor deyip itibarsızlaştırırız. Neyse ki hayat tek düze değil. Bir şeyler durmadan değişir durur. Biz de metro durağında semtimize gidecek treni bekleyen yolcular gibi her geçen vagonun içindeki yüzleri izler dururuz. Kimileri göz göze bile gelmez. Bazılarını hayatımıza seçeriz. Bazılarını da anılarımıza... hoşça kalın.
Hava kararmaya başladı. Loş bir havası oldu hanın. Arkadaşlarım da bir bir dökülmeye başladılar. Bunları yazmam için zaman tanıdılar sanki. Hasan ustadan dalak alıp biralarımızı yudumlamaya başladık. Biz insanlar çok garip yaratıklarız. Bir şeyler eskisi gibi değilse özler; Olduğu gibiyse de naftalin kokuyor deyip itibarsızlaştırırız. Neyse ki hayat tek düze değil. Bir şeyler durmadan değişir durur. Biz de metro durağında semtimize gidecek treni bekleyen yolcular gibi her geçen vagonun içindeki yüzleri izler dururuz. Kimileri göz göze bile gelmez. Bazılarını hayatımıza seçeriz. Bazılarını da anılarımıza... hoşça kalın.