Mekana gelip aracı park ettiğimde önümdeki delice zeytin ve çamlar arasından görülen katı, koyu, turkuaz ve lacivert denizden nereye geldiğimi anladım. Şöyle düşündüm: “ben, bir satha bu şekil boyayıp resim yapsam abarttığım sanılır oysa oldukça kanlı canlı karşımda duruyor. Burası Dalyan köyüne giderken yol üstünde ütopya kamp. Gerçekten de adını hak eden bir yer.
Buraların kokusu o kadar aşina ve tanıdık ki... Hiç bir deniz böyle kokmaz. Yıllar evvel çocukluğumda babam traktör römorkunda getirirdi bizi buralara. Orak tarlasında ya da harmanda sıcaktan pişerken bizi motive etmek için denize gitme sözü verirdi. Sonra belki yılda bir kez buraya gelirdik. Tabi alışık olmadığımız buz gibi denize girmek istemezdik geldiğimizde. Traktör kasasında yenilen karpuzlu peynirli yemekleri hatırlıyorum. Annem dilini bilmediği yabancı turistlerle ahbaplık eder, onlara karpuz, kavun verir, Verirken de “yiyin kendi malımız’ demeyi ihmal etmezdi. Bir yandan yeni anılar edinirken diğer yandan da aklıma sökün eden çocukluk anılarını düşündüm eşsiz denizi seyrederken. Ta! Troia çıkarmasından beri kuytusunda gemilerin beklediği Bozcaada karşıma uzanmış öylece duruyordu. En sivri, yüksek yeri uzanmış bir kadın memesini andırıyor. Mitolojik hikayelerin, İlyada’nın filan buralarda yazılmış olmasına şaşırmamalı. Çadırımın önünde masam var, hemen altımda deniz. Yazıp çiziyorum. Dalıp gidiyorum uzaklara. Bazen deniz duruluyor. Sanki yaprak düşse sesi duyulacak. Denizin bittiği yere yakın renk, su yeşilinden toprağa dönüşüyor. Her bir kıpırtıyı seyrediyorum. Birini kaçırsam tüm büyü bozulacak, dünyayı kaçıracağım sanki. Başımın üstünde bir ispinoz var. Tiz sesiyle söylediği şarkı, sabah dinginliğinin içinde batıp da acıtmayan bir diken gibi. Öylece uzaklaşıyor. Bu güzelim çam ağaçlarının bahçıvanları olan kuşların torunu olmalı bu minik ispinoz. Buraların sahibi o. Bu sabah köy içine doğru yürüyüş yaptım. Boş arsa içinde yabani, küçük asmalar var. Yeni sürgün yapraklardan topladım bir demet. Sarma yapmak için. Şöyle bir kokladım avcumdaki yaprakları aroması sarhoş etti. Ne kutsal şey şu üzüm. Yaprağı, üzümü, pekmezi, şarabı... her parçası bir başka lezzet.
Sonra bir bakkalda liseden bir sınıf arkadaşıma rastlıyorum. Aldığım zeytinlerden para almıyor. “Al işte ne olacak kendi malımız” diye de ekliyor. Tıpkı yıllar önce annemin turistlere yaptığı gibi.
Sonra mekana(ütopyaya) ve çadırımda geçirdiğim sayılı güne doyamadan ayrılıyorum. İlk fırsatta tekrar gelmek umuduyla...