Türkiye, tarih sahnesinde unutulmaz bir direnişin simgesi. Ancak bu direnişin ardında, savaşın acımasız yüzüyle baş başa kalan kadınlar var. Onlar, hem cesaretin hem fedakarlığın adıdır.
Yalnız..
Bir soru var ki, bu kadınlar gerçekten özgür mü, yoksa savaşın - hayatta kalma mücadelesinden tut da içinde öldürülmüş duygularına kadar - gölgesinde tutsak mı?
Yaşadığımız her savaşın en çetin günlerinde kadınlar; evlerinde, tarlasında, hastanelerde hayatlarını sürdürmeye çalışırken, bir yandan da savaşın getirdiği ağır yükü omuzlamışlardır. Bir çoğu, sevdiklerini cepheye uğurlarken, yüreklerinde derin bir hasret ve korku taşımıştır. Onlar, özlemle beklenen kahramanlar değil, acılarla örülmüş bir hayatın içindeki savunmasız bireylerdir.
Savaş dediğime bakma..
Kadınlar her an, her saniye bir savaşın içinde hayatta kalmaya çalışarak yaşıyor. Acılarına tutunarak; zamanı yumuşatarak mutlu olmanın yollarını buluyor. Bu müthiş insanlar savaşın ortasında inanılmaz güzellikler yaratabiliyor..
Savaş, erkekleri de etkiliyor elbet ama kadınları etkilemekle kalmıyor dönüştürüyor. Birçok kadın, kocalarının, kardeşlerinin veya oğullarının hayat savaşında kaybolduğu haberini alır. Gözyaşları, sessiz çığlıklar, evlerin içinde yankılanırken, bu acılar onların hayatlarının bir parçası haline gelir. Belki de, en zor olanı, kaybettikleri sevdiklerinin ardından duydukları yalnızlıktır. Bir evin içinde, dört duvar arasında sıkışıp kalan anılar, gerçek bir zindana dönüşür..
Kadın, dışarıda özgürlük mücadelesi vermiş gibi görünse de iç dünyalarında derin yaralar taşımaktadır. Kaybettikleri, geride bıraktıkları her şey yaşamlarının bir parçası olmuştur. Şimdi, sevdiklerini bulmanın ve kayıpların acısını kabullenmenin yollarını aramak zorundadırlar. Ancak toplumun onlara biçtiği rol, pek de cesur değildir..
Kadın İmajı, yine eski kalıplara döner; evin içinde, ailenin yükünü çeken birer gölge olurlar..
Çanakkale’nin kadınlarına bir vurgu yapayım; özgürlüğü simgeleyen figürler olarak anılsa da, gerçekte pek çokları hala toplumsal normların pençesinde kalmıştır. Savaşların (!) ardından gelen barış, sadece bir dış görünüşteki değişimdir; içsel bir kurtuluş henüz gerçekleşmemiştir. Toplum, onları savaşa katılan kahramanlar olarak anarken, gerçekte yaşadıkları travmalarla baş başa bırakır. Bu durum, özgürlük kavramını sorgulatır:
Bir kadının gözünün içinden soruyorum; gerçekten özgür müyüz, yoksa kendi acılarımızın tutsakları mıyız ?
Kadınların sesi, çoğu zaman duyulmaz; duyulsa da kulaklarımızı kapatırız. Kendi hikayeleri, tarihin tozlu raflarında kaybolur. Oysa her birinin içinde bir özgürlük arayışı vardır; belki de bu, geçmişten gelen acılarla yüzleşmek ve kendilerini bulma yolculuğudur. Kendilerini ifade etme, geçmişle barışma ve geleceğe umutla bakma çabaları, onların gerçek özgürlüğüdür..
Güzel ülkemizin kadınları, bir bakışta savaşın kazanılmasıyla birlikte özgürlük kazanmış gibi görünse de, içsel dünyalarında hala tutsak olabilirler. Onların hikayeleri, sadece bir tarihin parçası değil; aynı zamanda acı, özlem ve mücadele dolu bir gerçeği yansıtır..
Belki de gerçek özgürlük, kendi acılarımızla yüzleşebilmekte ve onları kabullenebilmekte yatmaktadır. Bu, sadece geçmişin değil, geleceğin de bir parçası olacak. Ülkemizin kadınları, her sesini yükselttiğinde, gerçek özgürlüğüne bir adım daha yaklaşacaktır ama bıçaklanmazlarsa, dövülmezlerse, sövülmezler ve öldürülmezlerse..
Savaşta ve barışta; hayatta acı çektirilmiş, sövülmüş, ve pek çok zaman öldürülmüş bütün kadınlara saygıyla..