1867 yılında İstanbul'un Süleymaniye semtinde doğdu. Asıl adı Ali Rıza'dır. Babası, Çankırı’nın Orta ilçesine bağlı Kalfat beldesinde doğmuş, İstanbul’da mumculuk işine girerek mumcular esnafı Kethüdası olmuş. İstanbul'da Mülkiye Mektebi'ne girdi. Dört yıllık dönemin son yılında Fransızca'sını ilerletmek amacıyla 1886'da Paris'e gitti. Ertesi yıl Fransa'dan Cenevre'ye geçti ve 1888'de İstanbul'a döndü. Yeniden Mülkiye Mektebi'ne başladı ve Avrupa'da gördüklerinden etkilenip bir öğrenci derneği kurdu. Kurduğu dernek kapatıldıktan sonra yeniden bir dernek kurma taşebbüsünde bulununca dokuz ay hapis yattı. Hapis'ten çıktıktan sonra Temmuz 1889'da Halep'e sürgün edildi
Halep’te kaldığı yıllarda Halep İdadisi'nde Türk Dili ve Osmanlı Edebiyatı hocalığı yaptı. Halep'teki durgun hayata fazla dayanamadı ve 1895'te izinsiz İstanbul'a döndü. Bunun üzerine hakkında tekrar sürgün kararı çıkınca Jön Türkler'in bir çeşit karargahı haline gelmiş bulunan Paris'e tekrar gitti (1894). Mizancı Murat'ın Jön Türk hareketinden ayrılmasından sonra bu hareketten ayrıldı. Paris’te bir yandan Siyasal Bilgiler okuyor, bir yandan da gazetecilik yapıyor, İstanbul'daki İkdam gazetesine Paris izlenimlerini anlatan batı kültürüne hayranlık ile yoğrulmuş yazılar ve çeviriler gönderiyordu. 1897'de Brüksel Elçiliğinde ikinci kâtipliğe atandı. İttihatçılardan çekindiği için İstanbul'a dönemiyordu. 1899'da Siyasal Bilgiler diplomasını alması sonrasında, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar Mısır'da yaşadı. Kahire'de Mısırlı bir prense ait bir çiftliği idare ediyordu. 1903 yılında yaz tatili için gittiği Londra'da Winifre Brun adlı bir İngiliz hanımla evlendi. Bu evliliğinden Selma adında bir kız, Osman adında bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Oğlunun doğumunun hemen ardından eşini kaybetti. II. Meşrutiyet'in ilanından bir gün önce İstanbul'a döndü.
İstanbul'da İkdam gazetesinin başyazarlığının üstlenendi, bir yandan da Darülfünun'da Edebiyat Fakültesi'nde siyasi tarih dersleri veriyordu. İlk siyasi partilerden birisi olan Osmanlı Ahrar Fırkası'na girdi. İstanbul’a döner dönmez padişahın huzuruna çıkmış, padişahın iltifatlarını ve verdiği paraları kabul etmişti. Bu durum İttihatçıların tepkisine neden oldu. O da yeni eleştiri hedefini İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak belirledi ve İkdam gazetesinde Cemiyet'e karşı ağır eleştiriler içeren başyazılar yazmaya başladı. Hemen bütün çevresiyle sürekli kavga halindeydi. Sınıfta öğrencilere Fransa'daki siyasal liberalizmi hararetle övüyor, kendisiyle aynı fikirde olmayan kişilere şiddetle saldırıyor, gençlerin öfkesini bunlara yöneltmeye çalışıyordu. Tahrikleri 31 Mart Olayı'nın çıkmasında etkili oldu. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin ertesi günü olan 7 Nisan 1909'da Darülfünun’da kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra bu konuşmanın etkisinde kalan Darülfünun hocaları ve öğrencileri katillerin yakalanmasını istemek üzere Bâb-ı Âli'ye yürümüşler, sayıları on binlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu birkaç yüz kişi yaralanmıştı. Ertesi günkü cenaze sırasında da devam eden olayların ve 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi üzerine Selanik'ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul'a gireceği sırada yeniden Paris'e kaçmak zorunda kaldı (1909). Bu arada Mülkiye'deki görevine son verilmişti. İttihat ve Teraki Yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından 1912 affıyla İstanbul’a geri geldi ve İkdam Gazetesi'nde başyazar olarak yazılarına devam etti ancak altı ay sonra hükümet Bâb-ı Âli Baskını ile devrilince Viyana'ya sürüldü. Üç ay sonra tekrar İstanbul'a döndü. 14 Kasım 1913’te Peyam Gazetesi’ni yayınlamaya başladı, başyazarlığını üstlendi. İlk başyazısı “Peyamımız, Meramımız” başlığını taşıyordu. Mülkiyedeki hocalığı da geri verilmişti. Mektepler Nazırı Zeki Paşa’nın kızı Sabiha Hanım ile evlendi. Bu evliliğinden Zeki adında bir oğlu dünyaya geldi. Ocak 1913'te İttihat ve Terakki'nin gerçekleştirdiği askeri darbe olan Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra tutuklandı. 22 Temmuz 1914’te, I. Dünya Savaşı'nın başladığı sıralarda, İttihat ve Terakki’nin baskısıyla gazetesini kapatmak zorunda kaldı. Siyasetle ilgilenmeyip öğretmenlik ve tüccarlıkla geçinmeye çalıştı. Bu tutumu 1918'de İttihat ve Terakki liderlerinin bir Alman denizaltısına binip Türkiye'den kaçışına kadar sürdü.
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra 14 Ocak 1919'da yeniden faaliyete geçen Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nin genel sekreteri oldu. 4 Mart 1919'da kurulan Birinci Damad Ferit Paşa hükümetinde Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı), bu hükümetin Mayıs'ta istifasının hemen ardından kurulan ikinci Damad Ferit Paşa hükümetinde ise Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) görevine getirildi. Bu görevde iken Kuva-yi Milliye ve Mustafa Kemal Paşa aleyhine emirler yayımladı. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. Hükümet içinde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919'da bakanlıktan istifa etti. Bakanlığı sırasında başyazarlığını Refik Halit ile Yahya Kemal’in üstlendiği Peyam-ı Sabah Gazetesi’nin başyazarlığına bakanlıktan ayrıldıktan sonra döndü. Yazılarında acımasız eleştirilerini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak gördüğü Anadolu hareketine yöneltti. Ancak Büyük Taarruz'un başarılı olup, İzmir'in kurtulmasından sonra 10 Eylül 1922'de "Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir" başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını söyledi. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Ankara Hükümeti, İstanbul polisinden Ali Kemal'in tutuklanıp yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilmesini istedi.
4 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç kişi tarafından Tokatlıyan Oteli'nde gittiği berber dükkânından kaçırıldı. İzmit'te bölge kumandanı Sakallı Nurettin Paşa'ya teslim edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken kumandanlık karargahı önünde bekleyen genç subaylar tarafından linç edildi (6 Kasım 1922). Kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılarak öldürüldü. Çıplak vücudu ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı. Cesedi, Lozan Konferansı'na giderken trenle İzmit'ten geçecek olan İsmet Paşa görsün diye istasyonda bir sehpaya asıldı. Lozan'a gitmekte olan İsmet İnönü'nün bu durum karşısında sinirlenmesi üzerine ölü bedeni apar topar kaldırıldı. İzmit’te defnedildi ama mezarı, başına bir mezar taşı veya herhangi bir işaret konulmaması sebebiyle zamanla ortadan kayboldu. Uzun araştırmalar sonunda 1950'lerde yeri tespit edilebildi. Falih Rıfkı Atay'a göre, Atatürk öldürülüş şeklinden tiksinerek bahsederdi.
Dışişleri Bakanlığı'nda AB Genel Müdür Yardımcılığı yapan (ve o dönemde AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi olan Karen Fogg ile ilginç yazışmaları ile gündeme gelen) Selim Kuneralp torunudur. Selim Kuneralp Stokholm Büyükelçiliği ve Seul Büyükelçiliği'nden sonra Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevini yürütmüş, AB Daimi Temsilciliği görevinde bulunduktan sonra Bakanlık müşavirliğine getirilmiştir.
İlk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu Stanley Johnson'ın oğlu olan Boris Johnson İngiliz Muhafazakar Parti parlamenteri olup, bir dönem 'The Spectator' dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış ve 1 Mayıs 2008 tarihinde Muhafazakar Parti adayı olarak Londra belediye başkanlığı seçimini kazanıp bu görevini 2016 yılına kadar sürdürmüştür. 3 Temmuz 2016 tarihinde David Cameron'un yerine başbakan olan Theresa May tarafından Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı olarak görevlendirilmiştir.
Yeni İngiliz Başbakanı’nın büyük büyük dedesi Ali Kemal’i tanımazı istedim.
YAZARLAR
Yayınlanma: 26 Temmuz 2019 - 10:40
Yeni İngiliz Başbakanı
1867 yılında İstanbul'un Süleymaniye semtinde doğdu
YAZARLAR
26 Temmuz 2019 - 10:40
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir