İnsan ömrü en az yüz yirmi yıl olmuştur. Hemen hemen bütün hastalıklar daha ilk belirti bile göstermeden tespit edilip tedaviye başlanıyordur. Her sabah kalktığınızda, kaç saat uyudunuz, hafif uyku, derin uyku saatleri, kalp atışınızın düzeni, iç organlarınızın çalışma temposu, kahvaltıda neler yiyeceğiniz, o gün kaç adım atmanız gerektiği, hormonlarınızın çalışma temposu, kan değerleriniz, hangi saatte tuvaletiniz yapmanız gerektiği, herhangi bir sağlık probleminizin olup olmadığı, moralinizin durumuna göre hangi sosyal etkinliğe katılmanız gerektiği ve benzeri birçok durumunuz akıllı telefonunuza mesaj olarak gelmiştir. Bunlardan daha fazlasının olması için bugünden çalışmalar devam ediyor. Kademe kademe yirmi sekiz yıl sonrasının planları çoktan yapılmaya başladı.
Yakın bir zaman içerisinde insan vücudunun bazı bölgelerine yerleştirilecek biyometrik sensörler sayesinde bütün bunlar gerçekleşebilecektir. Sigara içmenin akciğer kanserine neden olduğunu herkes bilir ama yine de içmeye devam eder. Sigarayı bırakmak için bir yaptırım yoktur. Bir gün raporunuza bakıyorsunuz akciğerinizin bir yerinde kanserli hücrelerin tespit edildiği yazıyor. Bu rapor aynı zamanda sağlık kurumlarına da gidiyor. Tedavi olmuyorsunuz, mecbur değilsiniz fakat bunu patronunuz öğrenirse sizi istediği zaman işten çıkarma hakkına sahip olduğunu bir düşünün.
Daha da fazlası olacak. Biyometrik sensörler yüksek donanımlı bilgisayarlardaki milyonlarca olasılıklı algoritmanın yüklü olduğu programlara gönderdikleri bilgilerle, hangi programları izleyeceğimiz, hangi film sahnelerindeki duygusal durumumuz, düşüncemiz, etkilendiğimiz anlar, verilerimize uygun hangi kişi ile evleneceğimiz, bütçemize uygun nerelerde tatil yapabileceğimiz konularında bize bilgi verip yol göstermeye çalışacaktır. Vücudumuzun hemen hemen her organının son durumları, ileride başımıza gelecek herhangi bir hastalığın önceden tespit edilmesi, sağlık durumumuzdan yirmi, dört saat bilgilendirmemiz bizi mutlu edecek mi? Yoksa daha da mutsuz mu edecek. Peki aklımız, mantığımız irademiz, kendi kararlarımız, ruhumuz, aşkımız, sevgi dünyamızın durumu ne olur? He şeyi bilmek iyi midir yoksa kötü müdür? Buna nasıl karar vereceğiz. İnternet sitelerinde gezindiğimiz, nerelere girip, sosyal medya platformlarında neleri beğenip neleri beğenmediğimiz, yorumlarımız, paylaşımlarımız, akılsal ve ruhsal durumlarımızı yansıttığımız her bilginin toplandığını düşündükçe bunun biraz tehlikeli olduğu apaçık ortadadır. Bu tür verilerin şimdiden toplanmaya başladığını düşünürsek durumumuzun daha vahim olduğu anlaşılacaktır. Vücudumuza şimdilik kimsenin biyometrik sensörler yerleştirmeye çalıştığı falan yok ama bunun ileride olmayacağı anlamına gelmiyor.
Kısacası bilim büyük bir hızla ilerlemeye devam ediyor. Bu ilerleme hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırıyor. Artık fabrikalarda robotların çalışması hızla yayılıyor. Teknoloji hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuş durumda. Ama bu bizi mutlu ediyor mu? Bu teknolojik gelişmişlik içinde doğal duygularımız dijital duygulara dönüşüyor. Dijital duygular ise hemen silinip yerine başka duygu ve düşünceler geçebiliyor. Uzun zaman önce, gerçeklik yerini sanala bırakmaya başladı. Kısacası 2050 yıllarında yarı gerçek yarı sanal, yarı analog yarı dijital bir yapıya bürüneceğiz.
Bütün bunlar düşünüldüğünde akıllara başka sorular da gelmiyor değil. Mesela, hangi takımı tutacağız, hangi partiye oy vereceğiz, hangi rengi daha çok seveceğiz, eşimize, dostumuza, çocuklarımıza nasıl davranacağız, kimi sevip kimden nefret edeceğiz. Bütün bunlara özgür irademizle karar verebilecek miyiz? Yoksa veriler toplanıp ortak değerler çıkarıldıktan sonra orta noktası mı bulunacak her şeyin. Yoksa ileride teknoloji Tanrı mı olacak. Bu gibi düşüncelerden daha fazlasını merak edenler Yuval Noah Harari’nin 21. Yüzyıl İçin 21 Ders kitabını okuyabilir.
YAZARLAR
Yayınlanma: 24 Haziran 2022 - 10:02
YIL 2050
İnsan ömrü en az yüz yirmi yıl olmuştur
YAZARLAR
24 Haziran 2022 - 10:02
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir