Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Halit Akçatepe gibi usta oyuncuların (bazıları hayattan göçtü, ışıklar içinde uyusunlar) hep birlikte oynadıkları, şu hazine peşinde oldukları, hazineyi bulunca da ne yapacaklarını bilemedikleri filmi hatırlarsınız. Hani büyük ağabeyleri altınları sayarken ona bir soru sorarlar da, ağabeyleri de şaşırır ve başa döner.
Hem maddi hem manevi zenginliklerle dolu ülkemizde define avcıları epeyce çoktur. Kolay yoldan parayı bulup köşeyi dönmek amacındadır hepsi de. Şans oyunlarına tamah edenleri de aynı kategoride görmeli bence. Özel yılbaşı çekilişlerinde fazladan bir heyecan ve sinerji oluşturmak isteyenler bir yana…
Toprağın altında değil de, bir de toprağın üstünde zenginlikler arayanlar vardır. Bu zenginlikleri fark etmeye ve fark ettirmeye çalışanlar desek daha doğru sanırım. Eşsiz bilim insanları var. Söz konusu zenginlikleri gün yüzüne çıkarmaya çabalayan. Elementlerin (hayatın yapı taşları) nasıl bulunduğunu biliyor musunuz? Tespit edildiğini demeliyim. Adım adım büyük bir serüven. Güneş tayfının yedi renge bölündüğünü, bu tayfın renk geçişlerindeki koyu çizgilerin elementlere karşılık geldiğini fark edenler ve bu serüvenin yıllarca sürmesi.
Bizim yıldızımız müthiş bir element zengini. Ama element üretmiyor. Enerjisi buna yetmiyor. Yaptığı iş, hidrojeni helyuma dönüştürmek. Helyum üretiyor yani. Bu da gezegenimize sürekli bir enerji sağlıyor. Peki öyleyse evrende, dünyada, güneşte ve her birimizde olan yapı taşları (elementler) nereden geldi? Süpernova denilen büyük yıldız patlamaları var. Bunlar güneşten çok daha yoğun ısılara ulaşıyor ve evrenimizin geçmişinde bu patlamalardan epeyce olmuş, günümüzde de olmakta. Bu patlamalarda; demir, platin, altın gibi ağır elementler oluşmuş. En ağırları; uranyum ve toryum.
Fizik dersine dönüştüğüne bakmayıp sabredenlere yazımın devamında bir sürprizim olacak. Hidrojen inanılmaz basınç ve nükleer reaksiyonlara maruz kaldıkça, günümüz evreni ortaya çıkmış. Her birimizi meydana getiren elementler toz ve gaz olarak dünyamıza kadar ulaşmış. Yani anlayacağımız; evren, bugün yaşadığımız yer ve biz (her birimiz) milyarlarca yıl evvel yıldızlardan oluşmuşuz. Yani her birimiz birer yıldızız. Hepimizde “star ışığı” yoksa da yıldız tozu var. Bizler yıldızların uzak torunlarıyız. Ne dersiniz? Bu harika değil mi? Aile hekimim kan testime bakıp demir oranımı söylediğinde, nişan yüzüğüme baktığımda aklıma yıldızlar geliyor. Her birimiz defineyiz, yıldızız, hazineyiz. Yer altında ne diye define arayalım. Bir de bu hazineyi başka biçimde fark edenler, bulanlar var. Aşkı, sevgiyi, iyiliği bulanlar. Onlar daha bir özel.
Ben derim ki; ne yaşadığımızın, nelere rağmen var olduğumuzun, değerlerimizin, kendimizin farkında olalım. Bir şeylere değer yakıştırma ihtiyacımız yok. Eğer biz yıldız isek, bize vaatlerle ne verebilirler ki? Politikalar, algı üretimleri filan hep fasa fiso. Kendi öz kaynaklarımızdan hareket edersek yapamayacağımız, başaramayacağımız hiçbir şey yok. Hoşça kalın.
YAZARLAR
Yayınlanma: 11 Ocak 2020 - 10:54
Yıldızların torunları
Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Halit Akçatepe gibi usta oyuncuların (bazıları hayattan göçtü, ışıklar içinde uyusunlar) hep birlikte oynadıkları, şu hazine peşinde oldukları, hazineyi bulunc
YAZARLAR
11 Ocak 2020 - 10:54
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir